Godhlauss

"Trúa á mátt sinn ok megin..."

30 Ocak 2014 Perşembe

Ozan Ekese’den Peçenek Şiirleri


Ferenc Herczeg’in “Paganlar-Altınkapının Yolcuları” isimli (İlkbiz Yayınevi, Ocak 2005, İstanbul) muhteşem romanındaki ozan türküleri, Macarcadan çeviren Adem Fidan’ın mükemmel tercümesi. Herczeg tarafından yazılan bu şiirler, modern dönemde yazılmasına rağmen romanın konusunun geçtiği dönemi aratmamaktadır. Savaş, insan ve tarihin karanlıklarında yitirilmiş şeylerin tasvirleriyle insanı büyüleyen muhteşem bir romandır.

Ozan Ekese, Peçenekler arasında dolaşan bir ozan. Muhtemelen Macar. Romanın aralarında okuduğu destanlarla (her ne kadar kurgu olsa da) asırlar ötesinden insanın ruhuna dokunur. Artık tozlu sayfalarda ve toprağın altında kalmış eski bir dünyanın çığlığıdır. "Nasıl tarihi roman yazılır?" dersi vermektedir...

Destanları yine eski dünyanın çığlıklarından kadim bir Alan cırı ile dinlemenizi tavsiye ediyorum: Cırçı Omar, Hey Alanla Gazavatka Turganbız: http://www.youtube.com/watch?v=-qKXLR8EWAc



 1) Ozan Ekese’nin okuduğu “Thonuzoba Destanı” (s. 77-80)

 İşte çıktı yola Gezaoğlu İstvan
Ardında bin atlı, dinlemez ferman
Elde istavroz, belde yatağan,
Doğuya at sürdü, geçip Tisza’dan.

“Paganların başbuğu, hey koca Thonuzoba,
Seni yoklamaya geldim, merhaba!
Efendimiz İsa’ya inandın mı acaba?”

Thonuzoba, bıyık burarak şöyle;
Dedi: “Tanrı mı o, doğruyu söyle!
Tanrı olsa biner miydi eşeğe,
Hem ona Çıfıtlar atar mıydı taş?
Bizce Tanrı böyle olmaz arkadaş!”

“Paganların başbuğu, hey koca Thonuzoba,
Uzun yoldan sana geldim, merhaba!
Meryem Anamıza inandın mı acaba?”

Thonuzoba, bıyık burarak şöyle;
Dedi: “Olur mu bu, doğruyu söyle.
Hatun kişi hatuna belki olur baş,
Ama er kişi başka, bizce budur hak,
Hele sen koca sakallı Okkan’a bak.
Tanrı dediğin böyle olur, arkadaş!”

“Paganların başbuğu, hey koca Thonuzoba,
Bir daha deneyim mi seni, merhaba!
Kutsal ruha inandın mı acaba?”

Thonuzoba, bıyık burarak şöyle;
Dedi: “Kutsal ruh nedir ki öyle,
Güvercin Tanrıya yok hiç itimadım,
Bana Tuğrul Tanrı’yı vermiş ecdadım!”

Döndü Macar İstvan yiğitlerine,
Dedi: “Şuna derince bir mezar kazın,
Belalı adamı içine atın!”

Az sonra varınca çukur dizine,
Thonuzoba güldü: “Gam yemem yine,
Tanrı böyle yazmış alın yazımı,
Yanıma gömsünler sülün tazımı!”

“Durun hele erlerim, azıcık durun,
Sülün tazısını getirin şunun!”

Derin çukur yükselince beline,
Thonuzoba bıyığını aldı eline:
“Çok yanarım gümüş nallı tayıma,
Yanıma isterdim, kendi payıma!”

“Durun hele erlerim, azıcık durun,
Gümüş nallı atını getirin şunun!”

En son mezarı boyuna dek yükseldi.
Thonuzoba son sözlerine geldi:
“Gam değil kara toprak olsa da erim,
Yıldız gözlü eşim sağ olsun derim!”

Karısı yürüdü, dedi ki: “Erim,
Yerim yanındadır, ben de gelirim.
Sensiz yaşayamam, başımda kara,
Yalnız oğullarım yanmasın nâra.”
“Sırmalı tüllerim yanaklarımda,
Sarı çizmelerim ayaklarımda,
Alpar’ı gözünden öpüp seveyim;
Örkönd’ü emzirip öyle geleyim!”

“Beni de gömsünler senin yanına,
Kanımı katsınlar sıcak kanına”

2) Ozan Ekese’nin okuduğu “Thonuzoba Çok Yaşa Destanı” (s. 80-81)

Thonuzoba boru çaldı erlere,
Yiğitleri atladı eğerlere.
Dağ taşı tuttular baştanbaşa,
Haykırdılar: Thonuzoba çok yaşa!

Samur kürke, çelik zırha bürünür,
Tulgasında şahin tüyü görünür.
Altın balta asar da sol yanına,
Nurlar iner bembeyaz sakalına.

Çadırının dört yakası ateştir,
Peçenekler yıldızsa o güneştir,
Yerde kurda, gökte kartala eştir,
Koca Thonuzoba yaşa, çok yaşa!

Şahlandı mı Thonuzoba bir kere,
Durduramaz ne dağ ne gök ne dere,
Atlıları nara salar dört yere,
Peçenekler kurban olsun olsun bu başa:
Koca Thonuzoba, yaşa bin yaşa!


1 Ocak 2014 Çarşamba

Eski Deniz Halkı - Attila İlhan

oralarda bir garip çakıl söyler
deniz çobanları etmiş sürülerini açıklara sürmüştür
midyelerin gözbebeğinde orospu maviler
bağımsız batılarda yeşil zaman kalyonları
unutulmaz ve yeşil ve görünmüştür
kanrevan içinde
yalab yalab
eski deniz halkını duyarsın
dinlesen
sanki liman meyhanelerinde
kıvırcık deniz halkını
ispanyolca şarkılar italyanca şarap
ve allahmış gibi küfürler yaratırsın
20'inci meridyen derecesine kadar 15'inci meridyen derecesinden
beynelmilel küfürler yaratırsın
bizzat
ve mizana direğinden
sen küfürlerin allahı çağıltıların bilmediklerimin
sen kayıp hazinelerin allahı
arkana bakmayacak rüzgâra tükürmeyeceksin
siyah yelkenler çekilmedikçe amiralin kalem direklerine
namuslu esintiler kıvılcımlandırmayacak
korsan gözlerini
yağmur çiğnemeye alışmadıkça
tütün çiğnemeye

akdeniz'i unutmadım
alevlere girdim ben iştahla ağladım
yaratmanın
yaratılmanın hazzı titrerdi gökyüzünde
ve dualar büyük yelkenler gibi açılırdı
sonra bakardın üç hilal birden vardı
hayreddin şarkılarını çaylaklar gibi kollarından uçurmuş
rüzgâr boyu çıplak ayaklarıyla cezayirli kaptanın leventleri
mesina boğazı'nı septe boğazı'nı ve bütün boğazları tutmuş
çevirip gemi kervanlarını
lâ-ilâhe-il-allah
çevirip yakardı
amma şehrayinler derdin unutulmayacak
yıldızlar burç burç ve deniz fenerleri berzah berzah
sonra tutar annibal'la birlikte roma'ya giderdin
fenikeliler alfabe taşırlardı cam taşırlardı daha eskilerden
ejderhalar üfler deniz canavarları peydahlanırdı
cenevizli bir forsa hayaleti rodos kalesinde
ayak bileklerinde zincir
sırtında kamçı
ve lâtince şarkılar boşanır
antonius'un gemilerinden

sen umulmaz unutulmaz tahammülfersa ve derin
bir muço kadar bir tayfanın bıyıkları kadar hergele
büyümüş
rüzgâr gülüne ve bilmem kaç cihete sığmaz olmuş mutlak
birkaç asırlık korsan kaderin
kollarına ve namütenahi göğüslerine dövülmüş
yeşil ve benek benek
meleksima deniz kızları kaypak yunuslar

demek
sen bu dünyadan çocukların anladığını anlıyorsun
zaman ihtiyarlıyor ya sen hâlâ çocuksun
sen eski deniz mezarlığı korsanların ve leventlerin
sen hayreddin şarkılarının mezarlığı
muktedir dalgalarınla sen büyük okyanus'sun
plankton canlılarının yıldızca kalabalığı
vatosların deniz nilüferlerinin
sen allahsın saltanatında ne allahlar taşıyorsun
akıntılara hükmetmiş efendi kaptanları
yıldız poyraz'da dolaşır gün batısı'nda dolaşır bazıları
bir kaptan joy vardı ki buz denizlerine gömmüştük
bir andersen vardı bir kaptan kid vardı ki
elbirliğiyle top gibi kahkahalar patlatıp
bir devler şenliğinde
savrula savrula ölmüştük

sonra kuşadası'ndaki sürmene'deki dalyanlar
hatırlanmayacak kadar eski ve güzel olmak
bütün yıldızları unutup kutup yıldızı'nı bir görüşte tanımak
sonra sakalları tuzlanmış balıkçı italyanlar
ve sonra cehennem gibi taraz taraz
tilkinin bakır tükürdüğü bir limana
karakurum çölleriymiş gibi kupkuru inip de gemiden
bir şarab seli hâlinde dönmenin yezitliği
hey gözünü sevdiğimin
cenub kutbu'na doğru uzandığımız zamanlar
terra del fuego'dan
yâni ateş arazisi'nden

attilâ ilhan

Abends Wenn Die Fremden Beten

"sen küfürlerin allahı çağıltıların bilmediklerimin
sen kayıp hazinelerin allahı"

Attila İlhan


Deniz tutkusu desek?

Uktedir ya, ne uktedir hem de. Jules Verne romanlarıyla büyümüş, Hazine Adası'yla büyülenmiş çocuğun, Derelict okudukça kendinden geçen çocuğun tutkusudur deniz tutkusu. Hoist the Colours High dinlerken "the seas be ours and by the powers / where we will, we'll roam" diye haykırmak isterken dört duvar arasına tıkılıp kalan çocuğun tutkusudur.

Ki o çocuğun ataları da deniz hasreti çekmişlerdir,  boşa değil bu tutkunun onu ele geçirmesi. 

"...demek
sen bu dünyadan çocukların anladığını anlıyorsun
zaman ihtiyarlıyor ya sen hâlâ çocuksun
sen eski deniz mezarlığı korsanların ve leventlerin
sen hayreddin şarkılarının mezarlığı
muktedir dalgalarınla sen büyük okyanus'sun
plankton canlılarının yıldızca kalabalığı
vatosların deniz nilüferlerinin
sen allahsın saltanatında ne allahlar taşıyorsun
akıntılara hükmetmiş efendi kaptanları
yıldız poyraz'da dolaşır gün batısı'nda dolaşır bazıları
bir kaptan joy vardı ki buz denizlerine gömmüştük
bir andersen vardı bir kaptan kid vardı ki
elbirliğiyle top gibi kahkahalar patlatıp
bir devler şenliğinde
savrula savrula ölmüştük" 

Attila İlhan

ve bu tutkuya veremezsin dizginlerini, açılamazsın engine, 

"siyah yelkenler çekilmedikçe amiralin kalem direklerine
namuslu esintiler kıvılcımlandırmayacak
korsan gözlerini
yağmur çiğnemeye alışmadıkça
tütün çiğnemeye" der bir şair, sonra oturur bir kız çocuğu gibi mızmızlanırsın:

"oh, i should like to ride the seas,
a roaring buccaneer;
a cutlass banging at my knees,
a dirk behind my ear.
and when my captives' chains would clank
i'd howl with glee and drink,
and then fling out the quivering plank
and watch the beggars sink.

...

i'd stroll beyond the ancient bounds,
and tap at fastened gates,
and hear the prettiest of sound-
the clink of shattered fates.
my slaves i'd like to bind with thongs
that cut and burn and chill....
but i am writing little songs,

as little ladies will."

Dorothy Parker

~Godhlauss

Atıştırtmak vol. II: Çiçek Bahsi

Çiçek.

"i have seen roses damask'd, red and white,
but no such roses see ı in her cheeks..."

boktan bir çeviri ile:
(şam gülleri gördüm, kızıl ve beyaz
ama yanaklarında gördüğüm gibi değil)

demiş Shakespeare. Ki, yanak-gül meşhur bir mazmundur eski dünyanın çoğu bölgesinde. 

Reyhani ne demiş peki?

"benim tabiattan tek bir muradım
götüreyim nazlı yara bir çiçek"

Shakespeare vs. Reyhani dersek, sanırım çiçek bahsinde Reyhani'nin kazandığı karşılaştırmadır.

~Godhlauss

Nef'i, Shakespeare ve Reyhani Atıştırtmak

ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş 
vâr ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş 

gam çekme hakîkatde eğer ârif isen 
farz eyle ki el'ân yine âlem yoğ imiş

Nef'i

"Olmak ya da olmamak, bütün mesele bu"

Shakespeare

Gözüm yummuş gafletinen giderken
Dediler ki tebdil görmüş kara yer 
Dünya varlığını hayal ederken 
İki taş bir mezar örmüş kara yer 

Sanma bu dünyanın bir vefası var 
Aldatır oynatır eder ihtiyar 
Ağayla hizmetkâr yan yana yatar 
Ne asıl ne nesil sormuş kara yer 

Reyhanî farkı ne az ile çoğun 
İkisi bir olur var ile yoğun 
Mezar bir tarladır insanlar tohum 
Her gün dane dane sürmüş kara yer

Reyhani

~Godhlauss

Giriş, gelişme, sonuç

"sen göyde, men yerde-
düşürük heyden,
sen göyde, men yerde-
tek qalmışıq, tek.
son şair boğulub ölende,
göyden
ölü allah düşecek..."

Ramiz Rövşen

Giriş bitti.

Gelişme şu; Gotik, Mahzun ve Allahsız edebiyattan, laf söylemekten, resim yapmaktan hazlanan adam az. Artsın istiyorum. Kendim gibileri bulup bir araya getireyim dedim. "Allahsız" lafından rahatsız olacaklarla kendimce dalga geçeyim istedim. Nihilist olalım ama anlamlı laflar söyleyelim, mahzun olalım ama müstehzi cümleler kuralım, Allahsız olalım ama ilahi bir perdeden konuşalım diyorum. Ben konuşacağım. Eru'nun müziğine "gürültü"süyle başkaldıran Melkor'a dahil olan maiar misali gelecek olan varsa, bilsin ki ben Melkor değilim. Yine de benzetme güzel, gelirseniz beklerim.

Sonuç:

"hara qaçır? kimden qaçır, 
ayaq açan günden qaçır. 
ne dini var, ne mezhebi, 
her mezhebden dinden qaçır. "

Ramiz Rövşen

~Godhlauss